top of page

Sözlerin Esiri

‘Davranışa yansımayan hiçbir şey gerçek değildir.’ (Erich FROMM) Ne güzel söylemiş Erich Fromm. Acaba biz bu söze ne kadar uyabiliyoruz?

Ben bir kamu kurumunda çalışırken, oldukça güzel konuşan, hatırı sayılan bir görevli olan erkek arkadaş, “Kadınları kandırmak çok kolay. Seni seviyorum diyorsun, hemen inanıyorlar ve sana bağlanıyorlar,” demişti. Bu cümle bende şok etkisi yaratmıştı. Her şeyden önce ben bir kadındım. Hemcinsimle ilgili nasıl böyle acımasız bir genelleme yapılabilirdi? Söyleyiş biçimi çok kabaydı. O günden sonra onunla yakın bir ilişki kurmadım. Yalnız bu sözün üzerinde uzun uzun düşünmekten kendimi alamamıştım.

Çok sevdiğim bir arkadaşım, eşi onu fena bir biçimde dövdüğü için ayrılmaya kalkmıştı. Birkaç gün sonra baktım ki evin koltuklarını değiştirmiş eşi. Özür dilemiş ve barışmışlar. Dayağın bıraktığı psikolojik izler, yeni koltuk takımıyla silinebilecek miydi? Silinemedi de. ‘Bir daha yapmayacağımlar’ defalarca söylendi ve aynı davranış tekrar tekrar yapıldı, sonunda ayrıldılar. Bu yaşanan örnekte, şiddetin karşılığı koltuk almak olamazdı. Olsa olsa tedavi olmak gibi bir eylem olabilirdi. Bu sadece bir örnek. Bunun gibi yüzlerce olay yaşanıyor. Şiddet sonrası balayı şeklinde tanımlanan bir durum… ‘Sana söz veriyorum bir daha yapmayacağım. Elim kırılsaydı da sana vurmasaydım. Seni çok seviyorum.’ İnsan neden davranışa bakmaz da bu sözlerden etkilenir?

Yakın bir dostumla sözlerin, yaşamımızı ve ilişkilerimizi şekillendirmede, davranıştan daha önemli olması konusunda uzun uzun kafa yorduk. Ses tonu akıcı, etkili sözlerle dolu konuşması, neden bizi büyülüyordu? Onu tanımaya zaman ayırmadan, biraz bekleyip görmeden neden bağlanıyorduk ya da bağımlı hale geliyorduk? Dahası böyle söz büyüsü yapıp samimi davranmayanlar hakkında yaşanmış deneyimlerini bizi uyarmak için paylaşan dostlarımızın sesini neden duymuyorduk? Keşke bu tutum içinde olan sadece biz olsaydık. Ne yazık ki çevremizde böyle davranan, sonra hayal kırıklığına uğrayan çok insan var. Bu samimi davranmayan insanların etkisinde o kadar kalıyoruz ki bizi uyaranlara da tepki gösteriyoruz. ‘Kendim tanıyıp karar vereceğim. Sen yanılıyorsundur. Belki değişmiştir, sana yaptığını bana yapmaz’ savunmaları arasında kendimizi oyalıyor ve kandırıyoruz. Tatlı dilli görünen samimiyetsiz insanların davranışları abartılı gelmiyor ilk etapta. Öylesine doğal ve içten söylüyorlar ki sözleri, inanmak geliveriyor içimizden. Görmeyenler biraz daha dezavantajlı. Yüz ifadeleri, beden duruşları, sözlerinden daha gerçekçi görünüyor. Biz ses tonu ve sözleri duyduğumuz için mimiklerin anlamını fark edemiyoruz. Bu kadar candan davrananlar, günün birinde tam tersine o kadar umursamaz davranabiliyorlar ki bu duruma akıl sır ermiyor.

Engin Geçtan, ‘İnsan Olmak’ kitabında, toplumumuzun davranışlardan değil de sözlerden daha çok etkilendiğini, bunun yanlış olduğunu anlatır. Çok da haklı. İnsanların söylediklerine değil, yaptıklarına bakmak gerekir. Sözler, sadece anlık düşüncenin dışa vurumudur. Kişinin davranışları onu ele verir. Eyleme dönüşmeyen hiçbir söz değerli değildir. ‘İnsanların sözüne değil, yaptıklarına bak’ sözü boşuna söylenmemiştir. “Seni çok seviyorum’ deyip tutarlı davranışlarda bulunmuyorsa, “Sana çok değer veriyorum, benim için çok önemlisin” diyen biri davranışıyla ‘ben sadece kendimi önemserim’ tavrını ön plana çıkarıyorsa, neden sözler bizi ele geçiriyor ve ona esir düşüyoruz?

Uzman Psikolog Çiğdem Bilgen, “Davranışlar daha yüksek sesle konuşur. Sözlere inanmayı seçmek, gerçeklerin canınızı acıtmanızdan korkmanızdandır” diyor. Bu çok düşündürücü bir değerlendirme. Davranışlara önem verebilseydik, gerçekleri anında görecek ve samimi olmayan insanlarla hemen duygu bağı kurmayacaktık. Duygu bağını, kendimize zaman tanımadan kurduğumuzda, bazı gerçekleri yavaş yavaş görmeye başlıyoruz fakat iş işten geçmiş oluyor. Gerçeklerle yüzleşmekten korkuyoruz. Güzel sözleri zihnimizde yeniden yeniden canlandırarak yanıldığımızı sanıp kendimizi defalarca kandırıyoruz.

Amerika’nın önde gelen psikologlarından Jeffrey E. Young, ‘Hayatı Yeniden Keşfetmek’ adlı kitabında, duygusal yoksunluk kavramını geniş bir biçimde anlatıyor. Daha çocukken, bize bakım veren ailemiz tarafından ihmale uğruyoruz. Sevilme ihtiyacımız karşılanmıyor. Yetişkin olduğumuzda da içimizde bir boşluk hissi oluyor. İhtiyaçlarımızın hiçbir zaman karşılanmayacağı, yalnız kalacağımız gibi düşünceler bizi ele geçiriyor. Çocukluğundan beri güzel sözler bir insandan esirgenmişse, yeterince dokunma, konuşma, duygularını anlama gibi pek çok konuda yalnız bırakılmışsa, büyülü sözlerden daha çok etkilenebiliyor. Sözlerin etkisi altında karşısındakiyle kolayca duygu bağı kurabiliyor. Sağlıksız biçimde duygu bağı kurduğu zaman, onu tanıyabilmek için gözlem yapma özelliği devreye giremiyor. Duygusal yoksunluk ve sözlerin esiri olmak kısır bir döngü içinde sürüp gidiyor.

Kitap okurken, olayın heyecanını bir tarafa bırakırsak, bazı sözlere delicesine inanmış olarak buluyorum kendimi. Sonunda olayın kahramanı benden önce anlıyor bu sözlerin boş olduğunu.

Siz de kendinize yaşadığınız olayları düşünerek bakabilirsiniz ama işin kolayına kaçmadan, kendinizle yüzleşerek. Nasıl bir aileye doğdunuz? İhtiyaç duyduğunuz her an yanınızdalar mıydı? İhmal edildiniz mi? Hem davranışlarıyla hem de sözleriyle sevgilerini gösterebiliyorlar mıydı? Sizi dinliyorlar mıydı? Hissettiklerinizin sesinin duyulduğuna inanıyor musunuz? Birkaç tatlı söz duyunca, karşınızdakini kolayca affedebiliyor musunuz? İlişkilerinizde sözlerin etkisinde çok kaldığınız için hayal kırıklığına uğradınız mı? ‘Sana haksızlık ettim. Bizim için çok değerlisin’ sözlerinden sonra aynı kişiler defalarca sizi incitti mi?

Söylenen sözlerin esiri olduğunuzu fark ettiniz. Sorun çözülecek mi? Yanıt maalesef hayır. Bu konuyla ilgili kaynakları okumanız, yakın ilişkide olduğunuz dostlarınızla kendinizle ilgili değerlendirme yapmanız ve eleştirileri kabul edip gözden geçirmeniz, sözün özü; kendinizle ders çalışır gibi ilgilenmeniz gerekir. Çünkü uzun yıllardır bu özellik sizinleydi. Çok inatçıdır, öyle kolay kolay sizi bırakıp gitmeyecektir. Unutmayalım ki sürekli tekrarlanan örüntüleri değiştirmek çok kolay değil. Gözünüzü korkutmak istemem. Bunun yolu zor da olsa var. Başıma gelen yeni olaylarda, ‘Yine sözlerin etkisinde mi kalıyorum? Ne kadar etkilendim? Kendimi nasıl durdurabilirim? Eskisi kadar sözler beni esir alamıyor, bu davranışımı azaltmam iyi bir gelişme’ sorularının yanıtlarını arayıp bulmak ve yol aldığınız gelişmeyle ilgili tespitlerin farkına varmak çok önemli.

Tamamen silemeyeceğimiz bir kişilik özelliğimiz olabilir bu. O zaman bu sorunun bizimle olduğunu, özdenetimle bunun önlemini alabileceğimizi sürekli kendimize hatırlatmalıyız. Yeni bir arkadaş edindiğimizde, onu tanımak için kendimize şans ve zaman verebiliriz. Beklemeyi öğrenmek, hayal kırıklığına uğramaktan çok daha iyidir. Hayal kırıklığının kişinin içinde yarattığı tahribatı ve omzuna bindirdiği taşıyamayacağı ağır yükü anlatmaya hiç gerek yok. Hepimizin yakından tanıdığı yoğun bir duygudur bu.

Haydi bir yerlerden başlayalım öyleyse kendimize dönmeye. Karamsarlığa kapılmadan, inanarak ve umudumuzu kaybetmeden…

21 Aralık 2022


(Umudun Kadınları Dergisi için Psikolog Şule Sepin İçli tarafından yazılmıştır)




3 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page